86



Esra ile dergilere iyice gömülmüş okurken ve arada birbirimize okuduklarımız hakkında şaşkın şaşkın bilgiler sunarken, bir yandan da rüzgarın giderek hızını artırdığı vakitlerde sürpriz ziyaretçilerimiz geldi Cafe 7.ODA'ya.. Blogunu takip ettiğim Eksper Mental ile Yitik Ülke Yayınları ve Potkal Kitap'ın sahibi Kadir Aydemir.. Keyifli bir sohbet oldu.. 7.Oda'yı çok beğenen Kadir, cafemizde bazı kitaplarını da görmenin mutluluğunu yaşarken hemen bir anlaşma yapıverdik bile.. 

En kısa sürede Yitik Ülke Yayınları'nın kitapları Cafe 7.ODA'da satılıyor olacak :)

85


Benim için bu günün dergisi  #tarih oldu. "Tanrı Böyle Buyurmadı" adıyla çıkan bu ayki sayısı Hıristiyanlık ve Müslümanlıkta, din kisvesine bürünmüş zulüm, cinayet ve katliamların izini sürüyor.

"İlk atası elmadan ısırık alınca müebbet sürgün cezasına çarptırılan insan, Tanrı'dan öc alırcasına günah işlemeye devam etti. Kulları günahtan arındırmak için yola çıkan semavi dinler de, çoğu zaman yeni günahlara malzeme edildi. Savaşların çoğu din veya kutsal değerler adına yapıldı. Öldüren de öldürülen de Tanrı adına hareket etti veya cezalandırıldı." diye başlayan dergi soruyor: 
"Tanrı'ya duyulan muhabbet nasıl ve ne zaman hiddet ve şiddete dönüştü?"

84

İki kişi bir boş kağıdın karşısına oturmuş, istedikleri gibi çizmeye başlamışlar.. Ortaya renkli muhteşem bir resim çıkmış.. Tam derin bir nefes alıp güzelliğin tadını çıkaracakken, içlerinden birisi birkaç fırça darbesiyle bütün resmi değiştirmiş.. Diğeri hiç müdahale edememiş, bozulan yerleri de düzeltememiş.. Sonunda da bir karar vermiş, elindeki fırçanın hiçbir işe yaramadığını idrak ettiği an.. Bu onun resmi.. bizim değil.. 
Ve fırçayı bırakmış..


Resim çizmek zor iş.. Ben fotoğraf çekmeyi seviyorum ki.. İstediğim kadar karanlık üstelik..

*fotoğraf: Fatoş Avcıoğlu

83


Öykü'ye karne hediyesi bu kez çok değişik bir şey aldım.. Exit yarışmasına bilet :) Bu oyun evi yeni bir trend olarak yayılmaya başlamış. Bir eve kapatılıyorsunuz ve oda oda ilerleyebilmek için ipuçlarını bulup, çözüp, kilidi açıp bir sonraki odaya geçerek en sonunda çıkışa ulaşıyorsunuz.. ya da ulaşamıyorsunuz.. Süre 60 dakika.. En fazla 5 kişilik bir ekip kurabilirsiniz. 

Ben ekibi kurma işini Öyküye bıraktım. Hediye ona ait, kimlerle katılmak istediğini kendisi seçti.. Çok doğru bir ekip kurduğunu yarışmadayken anladık. Çünkü hemen hepimiz farklı odalarda işe yarayıp çıkışa gidebilecek kapıları açtık. Mehmet, Levent, ben, Öykü ve Emrah'tan oluşan ekibimiz ile süremiz bitmeden çok önce çıkışa ulaşabilmiştik. İlk odada henüz ne yapacağımızı da tam anlayamadığımız için ve henüz konsantre de olamadığımız için fazla oyalandık.. Ve son odada da hepimiz yanlış bir çözüm yoluna odaklandığımızdan zaman kaybetsek de yine de sonunda başardık.. 

Bursa Exit .. Gayet iyi ve zeki bir oyun.. Hem zeki hem de heyecanlı bir oyun arayanlara tereddütsüz tavsiye ederim..

İlk fotoğraf eve girip yarışmaya başlamadan önce.. Son fotoğraf evden çıkmayı başardığımızda :)


Çıktığımızda bizi karşılayan Bursa Exit ekibinin, bizi tanıyıp Cafe 7.Oda'dan olduğumuzu bilmeleri de benim için hoş bir güzellik oldu :)

82



12 Şubat 2015'te İstanbul'dan yolculuğuna başlayacak olan !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali için Alkan Avcıoğlu'ndan 20 Öneri: Kalbiniz Yerindeyse Bu 20 Filmi Kaçırmayın :)

(30 Ocak 2015 - BirGün)



42 ülke­den 115 filmin göster­ileceği 14. !f İstan­bu­l­U­lus­lararası Bağımsız Film­ler Fes­ti­vali’nin bilet­leri bugün satışa çıkıyor. Kalbiniz y­erindeyse, aşağıdaki 20 filmi kaçırmayın.

Olağanüstü bir görsel dille ve de adeta bir Saul Leiter fotoğrafının gücü ve dinginliğiyle tar­i­hten bir kesit sunan film, bellek­lerde uzun süre yer ede­cek kadar etk­i­leyici. 



2000’lerin en yetenekli yönet­men­lerinden biri olan Sergei Loznitsa’nın Ukrayna de­vri­m­ini an­la­tan belge­seli sadece fes­ti­valin değil yılın en önemli film­lerinden biri.

Amerikalı eleştir­men­lerin büyük beğenisini kazanan film, taze ve ezber bozan mizahıyla ışıldıyor. Justin Simien’in yönettiği ‘Sevgili Beyaz Irk’, ırkçılığa ve poli­tik doğru­culuğa dair adeta bir anti klişe timi görevi üstleniyor.

Derek Jar­man’ın pek az insanın görme şansına eriştiği, 1984 tar­ihli gece kulübü filmi ‘Ben­imle Dans Eder Misin?’ bu seneki pro­gramın zirvelerinden biri.

Sun­dance Film Fes­ti­vali’nden ayağının tozuyla !F’e gelen film, Kanadalı yönet­men Guy Maddin’in son harikası. Ses­siz film­lere saygı duruşunda bu­lu­nan ‘Yasaklı Oda’ pro­gramın kaçırılma­ması gereken film­lerinden.



Cannes’da göster­ildiğinden bu yana diller­den düşmeyen film­ler­den biri ‘Ka­bile’. Bu seneki fes­ti­valin eşsiz sinema deney­im­lerinden birine hazır olun.

Yakın dönem sinema tar­i­hinin en önemli belge­sel­lerinden biri olan ‘Öldürme Eylemi’nin bir nevi tamam­layıcısı sayıla­bile­cek ‘Ses­si­zliğin Bakışı’ şüph­e­siz ki sıkı fes­ti­val takipçilerinin pro­gramda en mer­akla bek­lediği film.

Biraz fazla fiyakalı ve ken­dini beğenmiş dere­cede stilize olsa da Stu­art Mur­doch’ın filmi, Belle & Se­bas­t­ian grubunun hayran­ları için kaçırılma­ması gereken bir müzikal.

Ramin Bahrani günümüz Amerikan sine­masının en kıymetli yönet­men­lerinden biri. ‘99 Ev’ “Amerikan Rüyası”nın foyasını mey­dana çıkaran neo-re­al­ist fil­mo­grafisinin son halkası.

Eğer fes­ti­valde sadece bir filme gide­cek­s­eniz ‘Gece­ciler’i ter­cih edin. Eğer fes­ti­valde sadece iki filme gide­cek­s­eniz ‘Gece­ciler’i bir daha iz­leyin. “Günümüzün Gazap Üzümleri” olarak nam salan bu belge­seli kaçırmak büyük hata olur.

Toronto Film Fes­ti­vali’nin Gece­yarısı Çılgınlığı bölümünün şampiy­onu ‘Aylak Vam­pir­ler’in yılın en çılgın kome­disi olduğu ku­lak­tan kulağa yayılıyor.



Ira Sachs’ın gerçekçi, etk­i­leyici ve yürek parçalayan filmi bu seneki fes­ti­valin iz­leyici fa­vo­rilerinden birine dönüşebilir.

Bu toprak­lar­dan kolay kolay çıkmay­a­cak kadar taze bir mizaha sahip ve ken­dini mese­le­sine adamış bir film. Mizah demişken, bu filmin kafası öyle böyle değil. Sa­londa gülmek­ten koltuk­larından düşen kal­a­balık bir iz­leyici ile bir­likte izlen­mesi özel­likle tavsiye ol­unur.

'Yaratık'ın (Alien) un­utul­maz tasarımlarına imza atan sürre­al­ist ressam H.R. Giger'ın hayatına ve yaratıcı evre­nine odak­lanan bu belge­sel, özel­likle sanatçının hayran­ları için kaçırılmaz bir fırsat.

Hazine avcısı bir sine­fils­eniz bu film ilk bilet ala­cak­larınızdan olsun. Alışılmamış dere­cede özgün olan film görsel an­lamda da çok güçlü.

En hit film­lere bilet­lerinizi almak için başkaları kadar can at­mayan­lar­dansanız ve film fes­ti­val­lerinde sabrın en büyük mükafatı ge­tirdiğini biliy­or­sanız, doğru adrese gel­di­niz. Pedro Costa’nın filmine hiç düşünmeden bir bilet alın. 



Sadece hafızalara kazınan müzik kul­lanımı için bile izlen­meyi hak eden film, kendine özgü bir ritim yakala­yarak taviz­siz ve bellek­lere yapışan bir at­mos­fer kur­mayı başarmasıyla da il­giyi hak ediyor.

Sinema tar­i­hinin en ben­z­er­siz yönet­men­lerinden biri olan Sergei Para­janov’un başyapıtı ‘Narın Rengi’ni perd­ede izleme fırsatını kaçırmayı düşünmüyor­sunuz değil mi?

1960’lar ve 1970’ler Yeşilçam’ının Hol­ly­wood’u ayağımıza ge­tiren bir hayli fan­tastik bir yüzünü an­la­tan bu belge­sel, arşiv görüntüleri ve röpor­ta­jlarıyla bu seneki fes­ti­valin en eğlenceli ter­cih­lerinden biri.

Ay­lardır sine­ma­sev­er­lerin kulağına çalınan ve mer­ak­larını kabar­tan Ale­jan­dro González Iñárritu’nun son filmi, Oscar ar­ifesinde kuşkusuz ki fes­ti­valin bu seneki gözdesi.


81

Alkol.. Ve umursamazca hız yapmak.. İkisi birleşince çoğunlukla kaza ile sonuçlanıyor son.. 

Alkolün insanda başarıyla yaptığı şey: Cesaret Vermek.. Ve o cesaretle de insanın tek düşüncesi o an: "Bana bir şey olmaz!" Sanki o an dünya yansa umrunda olmaz ve hatta o an dünya yansa ona bir şey olmaz!.. İşte bu devamında inanılmaz bir özgüven, körlük, cesaret ve umursamazlık getiriyor..
Bu duyguyu yaşamak, eğer ki alkol sınırını biliyorsan, arasıra gayet güzel bir şey..
Ama sınırını bilmiyorsan!?

Az önce bizim sokakta bir kaza oldu. Aşırı alkollü 3 genç bir evin bahçe duvarına girdiler.. Neyse ki hafif yaralanma dışında kimsede bir şey yok. Duvar yıkıldı, arabanın (BMW) önü haşat.. Ama ya bir duvara değil de bir insana çarpsalardı...

Sadece sınırını bilmeli insan.. Sınırını bildiğin takdirde bu dünyada her şeyin tadını çıkarabilirsin.. 

80

Daha önce The Double'ı izlemiş ve kısa notlar almıştım, bakınız: 57.Not

Bu gece kızımla birlikte bir kez daha izledim The Double'ı.. Ve yine epey zorladı beni.. bir Dostoyevski sever olarak Öykü, ilk kez izliyor olmasına rağmen, bazı sahnelerde anlatılmak isteneni benden daha iyi anladı.. Okumak için daha fazla zaman yaratabilmeliyim!

Alkan Avcıoğlu'nun 2014'te Ülkemizde Vizyona Giren En İyi 10 Film listesinde 2.sıraya yerleştirdiği The Double için yazdığı kısa notu yeniden okuyorum.. 


Öteki (The Double)
Genç ve yetenekli İngiliz yönetmen Richard Ayoade’den Dostoyevski’nin aynı isimli hikayesinin sıradışı ve stilize bir uyarlaması. Terry Gilliam ve Roman Polanski ilhamlı, Kafkaesk atmosferi ile dikkat çeken film barındırdığı bol referansa rağmen 2014’te vizyona giren en özgün ve yaratıcı çalışmalardan biriydi.

79

"Seninle hiçbir yere varamadığımızda fark ettim. Dünyayı unutmak için yanlış aşkı seçmişim..''
- Jan Ender Can -




*fotoğraf: Fatoş Avcıoğlu


78


Yılbaşı armağanlarımı açmaya devam ediyorum.. Böyle zamana yaya yaya açmak çok keyifli oluyor.. Hem her armağanın daha iyi hakkını verebilecek vaktim oluyor hem de insanın ihtiyacı olduğunda açabileceği hediye paketleri olması çok güzel bir his..

Mügecim, İstanbula gittiğinde Robinson Crusoe 389 kitabevini gezerken bana da bir şey almadan çıkmamış.. Rudolf Arnheim'in 1930'lu yıllardaki yazılarından oluşan "Sanat Olarak Sinema" adlı kaynak kitabı.. O yılları ve sinemanın erken dönemindeki gramerini okumak keyifli olacak..

Kitabın açılış cümlesini de not edelim:
"Bir kitap on beş yaşında hala hayattaysa, artık eski değildir."
Sağlam bir ifade.. Açılış paragrafı şöyle devam ediyor: "Zamanda yerini bulmuştur, fakat zamanın aşındırıcı etkisinden artık zarar görmüyordur. İyi ya da kötü, olduğu gibi durmaktadır."

77

"sen kırmızının boyadığı değil, kırmızıyı da boyayandın çoğu zaman..
hayat hep gri değil miydi ki sanki ve sen hep kırmızıyı nerden buluyordun?
bu gri dünyanın renk körüsün sen,
çokça kırmızısı bolca beyazı olan.."


bazen anlık bir mesajda şiir yazıyor insan farkına bile varmadan.. Burak da onlardan biri..

76

Sabir Fikir dergisinin aralık sayısını okuyorum hala.. Birkaç yıl önce izlediğim ve sevdiğim ve yeniden izlemeliyim dediğim Black Mirror dizisi hakkında, F.Cihan Akkartal'ın "Ekrana Çok Yakından Bakma" adlı yazısını okuyorum.. ki defterime düştüğüm notları da paylaşırım yine.. Ama o yazıda dikkatimi çeken başka bir şey daha oldu.. Dizideki bir karakteri anlatmak için kullandığı betimleme.. "..pembe 80'lerin uyurgezer ilan edilen MTV gençliğinin sıradan bir üyesi.." diyor Jennifer için.. Durup kalıyorum birden.. Ben de o gençliktenim!! Doğru bir betimleme mi diye düşünüyorum.. E valla doğru gibi!! :) pembe bir kuşağın uyurgezer gençleriydik..

75

Hint Astrolojisine göre haftanın her gününün kendine has bir enerjisi yani gezegeni varmış. Bu enerjilerin ne olduğunu bilirsek, en genel hali ile bu günlerde yapacağımız işleri de buna göre yönlendirme şansımız olurmuş. 


Bu ne kadar doğru bilmem ama Cuma (Venüs) günü doğan ben ile Salı (Mars) günü doğan kızımın günlerini okuduğumda özellikler birebir tutuyor :) 



  • PAZARTESİ, Ay günüdür. Meşhur Pazartesi sendromunun bugüne denk gelmesi sadece haftanın ilk iş günü olmasıyla ilgili değildir. Zira Ay, astroloji anlamında gelgitli, iniş çıkışlı duygusal etkilere açık olduğumuz enerjilere sahip bir gezegendir. Bu nedenle pazartesi günü duygusal iniş çıkışlara daha yatkın oluruz. Diğer yandan Hint astrolojisinde Ay enerjisi iştah ve beslenme ile de bağlantılıdır. Bu nedenle Pazartesi günü bilinenin aksine diyete başlamak adına çok uygun bir gün değildir. Ayrıca bugünü yorucu fiziksel aktivitelerle de geçirmemek doğru olur. Temizlenmek, arınmak, dinlenmek, yemek yapmak için ise uygun bir gündür.
Pazartesi Günü Doğduysanız:

Eğer Pazartesi günü doğduysanız, duygusal hassasiyetlere yatkın, ruhsal olarak bir durumdan diğerine çabuk geçebilen birisi olabilirsiniz. Aileniz ve muhtemelen anneniz sizin için önemli olacaktır. Su ile aranız iyi olabilir. Ya da suya yakın yerlerde yaşamak istersiniz. İnsanlarla, işlerinizle yani uğraşı alanlarınızla duygusal bağlantılar veya bağlanmalara eğiliminiz olacaktır. Beslenmek ve beslemek sevdiğiniz bir uğraşı olabilir. Depresif olmaya daha yatkın olacağınız için stres ve hassasiyetlere eğilimli olacağınızı bilin. Eviniz sizin için önemli olacaktır. Kendinizi evinizde rahat hissedersiniz. Duygusal olarak hassas birisinizdir.




  • SALI günü, Mars tarafından yönetilir. Mars, fiziksel olarak hareket ve enerji veren bir gezegendir. Bizim savaşçı ve mücadeleci tarafımızı temsil eder. Bu nedenle Salı günü fiziksel güç isteyen işlere yönelmek, spora başlamak, aktivasyon içinde olmak, hareket gerektiren işleri düzenlemek, teknik konulara eğilmek, tadilat ve tamirat yapmak, rekabet gerektiren işlerimiz varsa bu alanlarda adım atmak adına uygundur. Temizlenmek, arınmak enerjilerini desteklemez. Temizlik gününü Salı’ya denk getirmek pek uygun değildir anlayacağınız. Salı günü kırmızı ile temsil olur. Bugün özellikle fiziksel aktiflik gerektiren uğraşmanız gereken bir iş varsa, üzerinizde kırmızı bir giysi bulundurmak, aksesuar takmak iyi gelecektir. Salı günü ayrıca telaş ve adrenalin açısından enerjilerin yüksek olduğu bir gündür. Bu nedenle kazalara, dalgınlıklar veya fark etmemek kaynaklı sakarlıklara dikkat edin.
Salı Günü Doğduysanız:

Aktif, mücadeleci, sportif bir yapınız vardır. Enerjisi yüksek birisiniz. Spor ile fazla enerjinizi dengelemek sizi rahatlatır. Siz monoton ve durağan işlerden, koşullardan çabuk sıkılan bir yapıda olabilirsiniz. Liderlik özellikleriniz yüksektir. Önde olmak, öne geçmek, ele aldığınız işlerde başkalarıyla rekabet etmeye içgüdüsel olarak yönelebilirsiniz. Fiziksel ve teknik işlerde, koşturma ve adrenalin isteyen alanlarda kendinizi daha rahat ifade edebilirsiniz. Hırslı ve savaşçı bir yapınız vardır, kolay pes etmezsiniz.




  • ÇARŞAMBA günü, Merkür günüdür. İletişim, ticari bağlantılar, gençlerle ilgili konuları ele almak, görüşmeler yapmak adına bugün uygundur. İletişim açısından çözmeniz gereken bir işi, ticari bir bağlantıyı veya konuyu, gençlerle ilgili halletmeniz gerekenleri Çarşamba gününe alabilirsiniz. Eğer önemli telefon görüşmeleriniz varsa, haftalık planlarınız içinde haberleşme ve iletişim gerektiren konular bulunuyorsa, Çarşamba gününe almak doğru olur. Çarşamba günü Merkür günü olması nedeniyle, yazarlık, eğitmenlik, seminer ve konferans, basın ve reklam işleri adına da destekli bir gündür. Bugün yeşil giyinmek, üzerinizde yeşil bir takı, taş bulundurmak veya aksesuar takmak iletişim etkileriniz adına daha rahatlatıcı olacaktır.
Çarşamba günü doğduysanız:

İletişime açık birisiniz. Kendinizi ifade etmek, yazılı veya sözlü yolla ortaya koymak sizin için önemli olacaktır. Gazetecilik, yazarlık, basın ve medya gibi alanlara doğal eğiliminiz olabilir. Satış ve pazarlama yönünüz kuvvetli olabilir. İfade alanlarına önem veren, konuşmayı, iletişim kurmayı seven birisi olabilirsiniz. Hızlı düşünen pratik çözümler bulan taraflarınız vardır veya bu yönlerinizi zamanla daha iyi kullanmayı öğrenirsiniz. Entelektüel bilgi veya bilgi sizin için önemlidir. Ticari alanlarda çalışmak, ticari konularla uğraşmak doğal yetenekleriniz arasında olabilir.




  • PERŞEMBE günü, Jüpiter günüdür. Dini veya ruhsal çalışma yapmak adına bugün çok uygundur. Yoga, meditasyon, astroloji çalışmaları, ruhsal konular, dini toplantılar ve araştırmalar, eğitim konuları, seyahat ve benzeri planlamalar veya başlangıçlar adına Perşembe günü uygun etkiler barındırır. Ayrıca çocuklarla ilgili çözmeniz gereken işleri Perşembe günü ele alabilirsiniz. Eğer eğitim benzeri bir işe bağlayacaksınız, kişisel gelişim, astroloji ve benzeri konularda bir başlangıç yapacaksanız, Perşembe uygun bir gündür. Bugünü aşırı aktif ve agresyon içinde geçirmemeye bakın. Ruhsal konular veya daha zarif sakin işleri bugüne denk getirmeye, araştırma yapmaya ayırmaya gayret edin. Bugünün rengi sarıdır. Perşembe günü sarı aksesuarlar, takılar veya giysiler günün Jüpiter enerjisini daha da vurgulu yapacaktır.
Perşembe Günü Doğanlar:

Ruhsal gelişime, dini konulara, spritüal alanlara doğal meraklarınız olabilir. Eğitim ve öğrenim sizin için önemlidir. Güler yüzlü, mutlu veya çevrenize dönük biri olarak bilinirsiniz. Paylaşmayı seversiniz, canlılara merhametlisinizdir. Bilgi ve öğrenmek, hayatı paylaşmak sizin için önemlidir. Çevrenize yardım eden, yol gösteren bir misyonunuz olabilir. Ruhsal alanlara doğuştan eğilimini vardır.



  • CUMA günü ise Venüs günüdür. Bugün eğlence, arkadaş toplantıları, aşk ve ilişkiler adına uygun enerjiler bulunur. Evlilik adına adım atmak en çok Cuma günü desteklenir. Diğer yandan Cuma günü alışveriş yapmak, takı ve benzeri alımlar, estetik ve kişisel bakımlar için yine çok uygundur. Bugün iş dışında sosyal alanlara dönebileceğiniz, kendinize zaman ayırabileceğiniz, keyifli işlere yönelmeniz gereken bir gündür. Aslında Cuma tam bir dinlenme günüdür ama günümüz koşullarında bunu uygulamak pek mümkün olmuyor. Yine de eğer imkânınız ve zamanınız varsa, Cuma gününü dinlenerek, kendinize vakti ayırarak geçirmeye gayret edin veya sosyal ilişkilerinize zaman ayırın.
Cuma Günü Doğanlar:

Sosyal, keyfine düşkün, rahat yaşamayı seven, duygusal hayatına önem veren insanlardır. Geniş bir arkadaş çevreleri olabilir. Güzel arabalar, evler, çevrelerinde güzellikler görmek ilgilerini çeker veya onları mutlu eder. Kendileri ile barışıktırlar. Stresi, kavgayı, sorunları sevmezler. Gergin ortamlardan hiç hoşlanmaz, hemen o alandan çıkmak isterler. Her şeyin güzel olmasını isterler. Lükse veya iyi yaşama dönük olabilirler. Sosyal aktiviteler ve arkadaşları onlar için önemlidir. Çevreleri tarafından sevilen, karşı cinsin ilgisini çeken, flört veya ilişkilerini önemseyen bireylerdir.

  • CUMARTESİ günü, Satürn günü. Dolayısı ile Cumartesi günü Satürn enerjisine sahiptir. Satürn kısıtlayan, öğreten etkilere sahiptir. Sabır ve metaneti temsil eder. Bugün sabır gerektiren işler, üretim alanları, büyük işletmeler, estetik ve duygusal konular yerine daha sağlam ve uzun vadeli konulara yönelmek daha doğrudur. Her durumda Cumartesi günü sonuçları uzun vadeye yayınlanacak işler ele alınabilir. Örneğin, nikâh ve düğünler sıklıkla Cumartesi planlanır. Normalde Satürn enerjisine ters gibi duran evlilikle ilgili her türlü adım, sonuçları uzun vadeye yayılacak önemli bir durum olduğu için Cumartesi başlangıcı yapılabilir. Cumartesi gününe kalıcı işleri denk getirmeye gayret edin. Diğer yandan bu konular hemen gelişme göstermeye bilir, sonucunu beklerken sabırlı olmanız gerekebilir.
Cumartesi Günü Doğanlar:

Dayanıklı insanlardır. Dışarıdan ciddi, mesafeli görülebilirler. Ancak sağlam bir kişilikleri ve hayata karşı metanetli bir duruşları vardır. Birçok badire atlatabilir ama bir şekilde ayakta kalırlar. Olgundurlar. Etik ve doğrucu olurlar. Yaptıkları işi en iyi biçimde ele almak isterler. Bir anda birçok işi yapamayabilirler veya çok analitik bir bakışları olmaya bilir ama yaptıkları düzgün yapan, sonuç odaklı ruhsal olarak olgun bireylerdir. Prensipleri vardır ve oradan pek kolay ayrılmazlar. Çok esnek değillerdir.




  • PAZAR günü ise “Güneş” günü. Gerçekte Pazar günü tatil için uygun değildir. Yaşam enerjisini ve kariyeri temsil eden gezegen, bugün batı geleneklerinde tatil günü ilan edilmiş olsa da, aslında oldukça verimli bir gündür. Enerji isteyen konular, şifa çalışmaları, yönetsel işler, idari işler açısından uygun bir gündür.
Pazar Günü Doğanlar:

Doğal liderdirler. İnisiyatif almayı seven, idari yetenekleri yüksek, insan kaynakları, yönetsel konular, üst düzey YÖNETİM alanlarına uygun enerjileri bulunur. Önde olmayı severler. Kontrolcü bir yapıları vardır. Güneş enerjisi Marstan farklı olarak koruyan, bir anlamda baba figürünü de temsil ettiği için bu kişiler çevrelerine karşı korumacı olurlar. Otoriterdirler. Zayıflığa tahammülleri olmaz. Geride kalmayı herhangi biri gibi görünmeyi sevmezler. Yönetsel konulara doğal yatkınları vardır ve yönetmeyi, idare etmeyi severler. Bulundukları alanda tek yetkili olmaya dönüktürler. Yani tek kral onlar olmalıdır. Öte yandan genellikle işe ve kariyere dönük olurlar. Özellikle erkeklerde Pazar yani Güneşi temsil eden günde doğanlar iş ve çalışma ile mutlu olan bireyler olabilirler.



Kaynak: http://www.sebnemeksib.com.tr/

74

Günlerin Köpüğü / Mood Indigo / L'Ecume des Jours

Fransız yazar, müzisyen ve sürrealist Boris Vian'ın (1920-1959) sürrealist bir atmosferin sınırlarında gezinen romanı..

Güzel kızlarla aşk yaşamaya bayılan zengin adam Colin'in, Duke Ellington şarkılarından fırlamış gibi bir varoluşa, neşeli bir güzelliğe sahip Chloe'ye aşık olmasıyla başlıyor hikayemiz.. Genç çift kısa sürede evleniyor, bir o kadar kısa sürede de Chloe göğsünde bir nilüfer çiçeği açtıran, tuhaf bir hastalığa yakalanıyor. "Güzel çiçek Chloe" günden güne solarken, Colin elinden geleni yapsa da bunlar hiçbir işe yaramıyor. Hikaye, başladığı kadar tuhaf bir şekilde sonlanıyor.


Kitabı: Boris Vian'ın adeta gördüğü bir rüyayı kaleme aldığı ilham verici bu eseri yıllar içinde klasikleşmiş. 1940'lardan ve yazarın hayal dünyasından çokça manzara sunuyor.

Nitekim önsözünde diyor ki Vian: ".. ileride gelecek olan sayfalar tüm gücünü tamamen gerçek bir öyküden almıştır, çünkü başından sonuna kadar ben hayal ettim.."




Çizgiroman Kitabı: Aslında bir çizgiroman yazarı olan Jean David Morvan çizimlerinden oluşan bir uyarlama. Diyalogların aktarılmasından hikaye akışına kadar eli yüzü düzgün bir iş çıkarmış ortaya.. 







Filmi: Vian gibi başka bir sürrealist olan yazar-yönetmen Michel Gondry'nin yorumuyla bir filme dönüştüğü için merak ve heyecan tavana vuruyor. Hemen herkesin kalbinde taht kuran filmi 'Eternal Sunshine of the Spotless Mind / Sil Baştan'ın üç yazarından biri olarak senaryo dalında Oscar ödülü kazanan Gondry'nin 7. uzun metrajlı filmi..

73

Orjinal Adı: Her
Türkçe Adı: Aşk
Yönetmen
: Spike Jonze
Senaryo: Spike Jonze
Oyuncular: Joaquin Phoenix, Amy Adams
Ülke: ABD
Yıl: 2013
Süre: 126 dakika


Ödülleri:
2014 Akademi Ödülleri - En İyi Özgün Senaryo


Konu:
Çok uzak olmayan bir gelecekte, başkaları için "hisli" mektuplar yazarak geçinen Theodore karısından yeni ayrılmıştır. Geceleri video oyunları oynamakta ve tanımadığı insanlarla telefonda seks yapmaktadır. Bir yapay zeka programı olan OS1 piyasaya sürülünce hemen almaya karar verir. Hayatını düzenlemeye programlı Samantha adındaki yapay zeka, aynı zamanda Theodore'un en yakın arkadaşı ve sevgilisi olacaktır.




Not: Aşağıdaki bilgiler filme dair detay bilgi içerir. Filmi izlemeyenler için pek faydalı olmaz :)


*** Herbilim kurgu, komedi, romantik ve dram türlerinin olabilecek en naif harmanlarından biri.. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte gittikçe daha da yalnızlaşan insanlara ve değişen ilişkilere odaklanan gerçekçi bir bilim kurgu! 


*** Yönetmen Spike Jonze, kariyerinde ilk defa bir senaristle birlikte değil, kendi başına bir karakter yaratmış. Kaybolmaya başlamış ve yakın gelecekte daha da yitip gidecek hislerin özlemini şimdiden duyan Jonze film boyunca, seyrettiğimiz bu garip geleceğin günümüze benzerliğini baskın bir şekilde hissettirerek sürekli neyin eşiğinde olduğumuzu hatırlatıyor. 


*** Theodore'un yaşadığı şehir: Los Angeles; birbirine mesafeli insanlardan oluşan bireysel hayatlar şehri.. İlk bakışta kendi kendilerine konuşuyormuş sandığımız insanlara yaklaştıkça anlıyoruz ki aslında etraflarındakilerden çok, ellerindeki telefonları ile ilişki halindeler. Şehrin bir yerinden diğerine kalabalık gruplar halinde sürüklenen, kendi içlerine sıkışmış insanlar.. Göz alabildiğine gökdelenlerle kaplı, ufuk yok gibi sanki.. Sokakların yerini mekanları birbirine bağlayan platformlar almış. Apartman girişleri metroya, AVM'ler işyerlerine bağlanıyor. Doğa ve ağaçlar sadece temsili olarak var. Ağaçlar, yeşil bitkiler, bina aralarına, restoranlara sıkışmış, asansörlerde dekoratif gölge resimlere dönüşmüş. Ama tüm bunlar karanlık bir atmosferde değil tam aksine çok pastel tonlarda insanın içini karartmayacak şekilde gösteriliyor. Filmdeki tek canlı yeşillik sahnesi, Theodore ve Catherine'nin boşanma evraklarını imzalamak üzere buluştukları sahne. Bu sahnede "geçmişe duyulan özlem" tasviri her açıdan çok başarılı. Samantha ile gittikleri doğanın derinliklerindeki ıssız dağ evinde ise Theodore, Samantha'nın hayatındaki "tek insan" olmadığı gerçeğiyle yüzleşmeye başlıyor.


*** Her; gelecekte geçmesine rağmen, kıyafetlerdeki "retro" tarz geçmişi hissettirdiği için güzel bir ironi oluşmuş. Filmin abartıdan uzak atmosferi ise enfes.


*** Sadece Theodere'un yaptığı iş bile üzerinde saatler konuşabileceğimiz bir konu aslında. Samimiyetin kişilere özel, ısmarlama bir ürün haline geldiği bu "yeni" dünyada insanlar teknoloji ile uyum içinde çalışarak birbirleriyle farklı şekillerde yeniden iletişim kurmaya uğraşıyorlar. 


*** Theodore karakteri aradığı ilişkiyi insanlar yerine teknoloji sayesinde bulan içine kapalı bir adam. Bir süredir ayrı yaşadığı ve boşanmak üzere olduğu Catherine ile yaşadığı anlar henüz hafızasında çok taze ve onun yokluğu hayatının her anına hükmediyor. Theodore'un Catherine'i anımsadığı sekanslar, Samantha'yla aralarında geçen ve filmin tamamına yayılan aralıksız diyaloğa zıt olarak sessiz, sadece görüntülerden ibaret. Theodore'un Catherine'i özlediği tüm öznel sahneleri izlediğimizde biz seyirciler de Catherine'i özlüyoruz. Theodore çok yalnız, fakat bu yalnızlığının üstesinden gelmek için ne arkadaşlarıyla buluşuyor, ne de gün içinde insanlarla herhangi bir iletişimde bulunuyor. Onun yerine bir gecelik tele-ilişkiler yaşıyor. Etrafındaki birçok insan gibi bir şeyler yaşamak için vasıtalara ihtiyaç duyuyor. Hayatta hissedilebilecek tüm duyguları hissedip tüketmiş olduğunu ve artık yeni hiçbir şey hissedemeyeceğini düşünen Theodore, Samantha'nın hayatına girmesiyle yeniden etrafıyla ilgilenmeye ve yaşamaktan keyif almaya başlıyor.


*** Theodore'u canlandıran başarılı metot oyuncusu Joaquin Phoenix, karakterini dakikalar boyunca kimseyle göz teması kurmadan, içe dönük beden duruşu ve ağzını kıpırdatmadan konuşması ilenmüthiş bir şekilde canlandırıyor. Her'ün bir karakter filmi olmasının hakkını tek başına sırtlayarak veriyor.


*** Birinin insan diğerinin yazılım olmasının olağandışılığına rağmen, aralarındaki ilişki olağan sevgi sözcükleri ve tipik sevgili kavgalarından öteye gidemiyor. Theodore'un hayatı Samantha ile mutlu olduğu anlarda bile insana huzursuzluk veriyor. Aydınlık ve pastel sinematografisine rağmen bu derin karanlık doğa filmde çok başarılı verilmiş. Ama film bu karanlık doğayı çok da fazla kurcalamaya da girişmiyor. Bu yüzden huzursuzluk hissi de yüzeyde kalıyor. 


*** Samantha'nın sesi olarak Scarlett Johanson'ın sesinin seçilmesi de çok ironik. Çünkü Johanson'ın hem sesi hem de görüntüsü ile çok belirgin çağrışımları var. Johanson'ın sesi; Samantha'nın ideal bir ürün! olduğunun zihnimize kazınmasını sağlıyor. Ancak bu avantajının yanında bir de dezavantaj oluşmuş: İnsan bu sesi dinlerken yapay bir zeka evrenini hayal edemiyor sürekli bir kadın hayal ediyor.


*** İşletim sisteminin kurulurken Theodore!a sorduğu soru: "annesiyle olan ilişkisinin nasıl olduğu" idi. Erkeklerin anneleri ile olan ilişkilerinin tüm hayatlarını baskın bir şekilde etkilediğini düşünürsek bu sorunun çok anlamlı olduğunu düşünüyorum. Theodore'un verdiği cevap; annesine ne zaman bir şey anlatmaya kalksa, annesini onu dinlemeyip konuyu hemen kendisine getirmesinden duyduğu rahatsızlıktı. Yani annesinin onu dinlemek yerine hemen kendisine dönmesi.. Daha sonra Samantha ile olan ilişkisine dikkat ettiğimizde aslında aynı şeylerin olduğunu görüyoruz. Samantha da Theodore'u dinlemektense sözünü heyecanla yarıda kesip kendisini anlatmaya başlıyor. Hatta karısı ile boşanma kağıtlarını imzaladıkları sahneye de dikkat ettiğimizde (ki çiftin tek konuştukları sahne), Catherine'in de aynı şeyi yaptığını görüyoruz. Yönetmen kadın'ların bu bencilliğini hiç gözümüze sokmadan ne de güzel anlatmamış mı?!!


*** Final: Theodore karakterini filmin açılış sahnesinde nasıl aldıysak final sahnesinde de öyle teslim ediyoruz!





72

Neil Postman’dan Distopyalar Arası Bir Karşılaştırma: Televizyon Öldüren Eğlence


Yirminci yüzyılın en önemli distopya eserlerinden ikisini, George Orwell‘in kaleme aldığı 1984 (Nineteen Eighty-Four) ve Aldous Huxley‘nin Cesur Yeni Dünya (Brave New World) eserlerini bugün yan yana koyup inceleseydik nasıl bir sonuç çıkartırdık?




Neil Postman 1985 yılında – Orwell’in öngördüğü distopya kurgusunun geçtiği tarihin tam da bir yıl sonrasında – böylesi bir entelektüel çabaya girişti ve geç yirminci yüzyılın esansının Huxley tarafından daha isabetli bir biçimde tahayyül edildiği sonucuna vardı.

Bu distopyaların hangisinin günümüzdeki vaziyete ilişkin daha doğru tahminler yürüttüğü tartışmasına girmeden, Neil Postman’ın eserinden yararlanılarak Stuart McMillen tarafından tasarlanan görselin Türkçe’ye çevrilmiş halini yayınlıyoruz.





*********************************************************





*********************************************************





********************************************************





*********************************************************



*********************************************************














Kaynak: Edebiyat Haber

71


Orjinal Adı: Life Of Pi
Türkçe Adı: Pi'nin Yaşamı
Yönetmen: Ang Lee
Senaryo: Yann Martel, David Magee
Oyuncular: Suraj Sharma, Irrfan Khan

Konu: Genç bir Hintlinin, ailesiyle bindiği gemi okyanusta fırtınada batınca, vahşi bir Bengal kaplanıyla aynı kayıkta yaptığı olağandışı yolculuk.
Ödülleri: 

2013 Akademi Ödülleri: En İyi Yönetmen, En İyi Görüntü, En İyi Film Müziği, En İyi Görsel Efekt,
2013 Altın Küre Ödülleri: En Özgün Film Müziği,
2013 BAFTA Ödülleri: En İyi Görüntü, En İyi Görsel Efekt


Aşağıdaki kısa notlarım filme dair fazlasıyla bilgi içerir. Filmi izlemeyenler için pek faydalı olmaz :)


** Film, Kanadalı yazar Yann Martel'in 2001'de yayımlanan ve pek çok ödül kazanan fantastik macera romanı Life Of Pi'den uyarlama.

** Sinematografi muhteşem ama senaryo fazlasıyla zayıf. İnanç ile ilgili metin kuvvetli değil. Yani inançsız birini hikayenin sonunda inançlı birine dönüştüreceği umudunu veriyor film başlarda. Ama hikayenin sonunda inançsızlık inanca dönüşmüyor çünkü hikaye kısmı zayıf. Yine de başlardaki dinler ile ilgili kısımlar eğlenceliydi.


** Büyük bölümü denizin ortasındaki bir sandalda geçiyor ve açık alanda klostrofobik bir etki bırakıyor.

** Bengal Kaplanı Richard Parker, filmde ilk kez görünmesinden itibaren asla evcilleşmeyeceğinin işaretini veriyor. Ölüm kalım savaşı veren Pi ve Richard Parker arasında "benzersiz" bir dostluk kurulacağı beklentisini seyirci ister istemez yaşıyor ama bu beklenti asla gerçekleşmiyor. Ki son ayrılış noktalarında Richard Parker ormana doğru giderken bir kez bile dönüp bakmıyor Pi'ye.. Ve verilmek istenen mesaj hiç yolundan şaşmamış oluyor. Vahşi hayvanlar bizim gibi düşünmezler!

** Görsel efektlerin tamamı kusursuz.. Özellikle dijital bir harika olan Richard Parker, perdede ilk görünüşünden itibaren neredeyse bir an bile gerçek olmadığını seyirciye hissettirmiyor.

** Filmin büyük bir kısmına ev sahipliği yapan Büyük Okyanus, Tayvan'daki 70 metre uzunluğunda, 30 metre eninde ve 4 metre derinliğindeki dünyanın en büyük su tankındaki çekimler sayesinde son derece gerçekçi bir tasvirle karşımızda.

** Suraj Sharma'nın ilk oyunculuk deneyimi ve yüzmeyi de sette öğrenmiş :)

** Yann Martel, Pi'nin yaşamı ile Man Booker Prize'ı kazandıktan sonra, eserinin Brezilyalı yazar Moacyr Scliar'ın Max and the Cats adlı kısa romanından çalıntı olduğuna dair suçlanmıştı. Martel bu kısa romandan haberdar olduğunu saklamıyordu ama romanı okumamıştı. Scliar'ın romanı; bir Yahudi ailesinin sahip olduğu hayvanat bahçesi ile birlikte soykırımdan kaçmaya çalışırken Atlantik Okyanusu'nda deniz kazası geçirmesini ve oğullarının bir jaguarla kurtulup aynı sandalı paylamşmasını anlatıyormu. Scliar, Martel ile bu konuyu konuştuktan sonra sorun çıkarmamış, Martel de kitabının bir yerinde ona ilham kaynağı olduğu için ithafta bulunmuş. Açıkçası ben bu kadar konu benzerliğini ilginç buluyorum ve o kısa romanı okumamış olduğuna çok da inanamıyorum :)

** Kaplanın adı; Edgar Allan Poe'nun yazdığı tek roman olan 'Arthur Gordon Pym'nin Öyküsü'ndeki asi denizci Richard Parker'dan esinlenilmiş.

** Filmde de göreceğiniz gibi okyanusun kendine ait ruh halleri var! Bazen bir canavara dönüşüyor bazen de bir aynaya. Hem bir katil hem de hayat kurtarıcı olabiliyor.

** Film; sonunda bambaşka bir güzelliğe büründü benim için.. Meğer bütün bir film boyunca bir masala inanmışız.. Öznel sahne izlemişiz hep.. Pi'nin beyninin içindeki görüntülerde gezdirmiş yönetmen bizi.. Oysa hikaye ne kadar da karanlıkmış.. Oysa biz bu hikayeyi son derece ışıltılı bir masal güzelliğinde izlemişiz.. Pi'nin ailesini kaybedişine ve denizde yüzlerce gün tek başına kalışına, beyninde nasıl bir masal üreterek katlandığını izlemişiz meğer.. 


** FİLMDEN SEVDİĞİM REPLİKLER

"- Bizler tek tanrı yerine, yüzlerce tanrıya karşı kendimizi günahkar hissederiz. Hindu dininde 33 milyon tanrı vardır."


"- Birileri bize öğretmediği sürece hiç birimiz tanrıyı bilmez." 


"- Efsanelerin ve tatlı yalanların sizi kandırmasına izin vermeyin çocuklar. Din karanlıktır."


"- Üç dine birden aynı anda inanamazsın Piscine.
 - Niye ki?
 - Çünkü aynı anda her şeye inanmak, hiçbir şeye inanmamakla aynı şeydir."


"- Hala kendi yolunu arıyor.
 - Yönü olmazsa, bu yolu nasıl bulacak?"


"- İnanç çok odalı bir evdir. Ama şüpheye odası yoktur.
 - Şüphe yararlıdır. İnancı canlı tutar. Sonuçta test edilmeden inancının gücünü bilemezsin."


"- Elimde tutunabileceğim sadece kelimeler kaldı. Her şey bir birine karıştı, küçük parçalara ayrıldı. Artık gündüz hayallerini, gece rüyalarını gerçeklerden ayıramıyorum."



70


Alkan Avcıoğlu yazdı: "Türkiye'de Oscarın Değeri"


"Oscar Ödülleri’nin kendi başına bir haber değeri yok mu? Görünüşe göre gitgide dünyadan kopan ve kültür düşmanı olan ülkemizde öyle."



Geçtiğimiz hafta 87. Oscar aday­ları açıklandı. Oscar Ödülleri, Türkiye dahil 225 ülkede canlı yayınlanacak olan, sinema dünyasının tartışmasız en önemli ve en popüler olay­larından biri. Fakat her ne­dense dünyanın her yerinde sinema gündem­ini en fazla meşgul eden bu ödüllerin aday­larını, sanki tek başına bir haber değeri yokmuş gibi şöyle başlıklar taşıyan haber­ler­den öğrendik: “Akademi’nin İlyas Salman kararı”, “Oscar’ın İlyas Salman kararı”, “Oscar adayı İlyas Salman umduğunu bu­la­madı”, “İlyas Salman’ın filmin­den kötü haber!” Bu başlığı taşıyan bazı haber­lerde aday­lara doğru dürüst ulaşmak bile mümkün değildi. Peki ne için tüm bun­lar? Gerçekten sadece 50 tıklama fazla al­a­bilmek için mi? Yoksa bunun temelinde bir algılama yanlışlığı mı var?


Dünya git­gide küre­selleşmekte, iletişim anlamında ülkeler arasındaki sınırlar eski anlamını yi­tirmekte. Hiçbir ülke kapalı bir kutu değil. İnter­netin aradaki du­var­ları git­gide yıkmaya başladığı günümüzde Türkiye’deki sine­ma­sev­er­lere Oscar adaylarının açıklan­ması gibi önemli bir haberi di­rekt vere­memek aci­zliği oldukça gülünç. Sanırım bir­i­leri Yeni Türkiye’de Oscar’ın da değerinin olmadığını düşünüyor.

Bu ülkenin sine­ma­sev­er­leri her yıl canlı izle­m­eye alışık olduğu Cannes ve Altın Küre ödül tören­lerini Türkiye’de yayınlan­madığı için bu sefer izleyemedi, internette link peşinde koşmak zorunda kaldı. Bu ülkede En İyi Film dalında Oscar’ın tartışmasız fa­vorisi sayılan ‘Boy­hood’ vizy­ona girmeye­biliyor; tüm sinema dünyasını yakından il­gilendiren Oscar adaylıkları da İlyas Salman’ın oynadığı, aday adayı olan bir filme in­dirgenebiliyor. Türk sine­ma­sev­er­lerin En İyi Film, En İyi Yönet­men gibi ana dal­ları içlerinde bir Türk yok diye umur­samadığını mı sanıyoruz? Hal­buki sine­ma­sev­er­ler Oscar aday­larını sosyal me­dyada harıl harıl tartışmak­ta­lar. Ya­bancı ödül tören­lerinin yayınlan­masının yavaştan terk edildiği, küresel an­lamda haber değeri taşıyan majör olay­ların ısrarla lokale indirgendiği bir or­tamda dünyadan nasıl uza­klaştığımızı gün be gün hissedebiliyoruz.


KÜLTÜREL EROZY­ONA DOĞRU
Gazetelerin web sitelerinde haber­lerin daha fazla tık alması için envai çeşit numara mev­cut. Yanlış yönlendirici başlıklar, alakasız seksi görseller vs. Bu bulvar gazetesi tak­tik­lerini artık herkes biliyor. Bun­ların tık sayısını arttırmakta işe yaradığını da. Az tık alan haber­lerin manşet alan­larından anında indiği bir çağda yaşıyoruz. Bu yüzden “fazla tıklan­maya giden her yol mübahtır” tarzı Makyavelist bir bakış açısı kuşkusuz ki bir yere kadar nor­mal diye­lim. Fakat gazeteler tabi ki her habere bu yaklaşımı uygu­lamıyor. Dolayısıyla Oscar adaylarının açıklan­ması gibi haber değeri tartışmasız olan bir olayı sadece böyle başlıklar üzerinden ver­mek gerektiğini düşünmelerinde iki büyük ıska var. Öncelikle aday­ların açıklan­masının yeter­ince haber değeri taşımadığını düşünmeleri. İkin­cisi de bunun Türkiye’yle il­gili ol­mayan, bu­radaki sinemaseverlerin il­gisini çek­meyen bir haber olduğu için Türkiye’yle ilişkilendirmek için illa bir yol bu­lun­ması gerektiğine inan­maları. Bu değerlendirmeler bu gazeteleri komik du­ruma düşürecek kadar vahim. Sanırım fazla zi­yaretçinin nasıl geldiğini gayet iyi bilen editörler, bir gazetenin marka kimliğinin, imajının nasıl ko­run­ması gerektiğini bilmiy­or­lar.

Oscar aday­larını belki bazı gazetelerin böyle bir dille haberleştirmesini bekleyebil­i­riz. Ancak işin il­ginci bu başlıkları atan gazeteler arasında kültür ve sanata daha fazla önem veren ve havuz me­dyası dışında kalan muhalif gazeteler de var. Asıl büyük ıska da bu­rada: Bu gazetelerin sürege­len ik­ti­dar­ların gerek cin­siyetçi, gerek ya­bancı düşmanı, gerek fa­zlasıyla lokale bağlı kalan dar görüşlü, gerekse de kültür düşmanı söylem­lerini içeriğiyle değilse bile biçimiyle sahiplen­mekte bir beis görmemeleri.

Geçen­lerde Mil­liyet gazetesinde Mehmet Tez kültür ve sanat düşmanı ha­line gelişimiz üzer­ine iki yazı kaleme aldı. Toplum olarak kültür ve sanatın tümüne karşı varoluşsal bir düşmanlık içinde olduğumuzu söylerken bu düşmanlığın siyasal ik­ti­dar­larca yıllar içinde poh­poh­landığını be­lir­tiy­ordu. Kültür ve sanata yeter­ince önem ver­meyen ik­ti­dar­ların disku­runu aynen kul­lan­masa da, medya bu poh­pohla­mayı ve bu kültürel erozy­onu dolaylı olarak besle­mekte. Sanat ve kültür are­nasında te­pe­den tırnağa herkese sir­ayet eden öyle bir algı körleşmesi var ki, Oscar’ların haber değerini bile ölçemez hale gelmişiz. Sen­eye Oscar haber­lerini lokale in­dirgeye­cek bir ba­hane ol­mazsa, sunucu­nun göğüs dekoltesine vurgu yapan bir başlıktan öğrenebil­i­riz.

69

birbirine bilmeden aynı hediyeleri alan iki insanız biz :)

hep derdi bana "ben eminim ki odamın içinde bi yerlerde dolaşıyorsun.. fikirlerimi çalıyorsun, hayallerimi çalıyorsun.." :)

haksız da değil hani.. bir çok kez izlemeye karar verdiği ve indirmeye başladığı filmleri, bilmeyerek, o anlarda ona önermişliğim var.. ya da bazen evdeyken ne yapıyor olduğunu bilmişliğim..

ama aynı hediyeleri birbirimize almış olmak da güzel oldu hani :) İletişim Yayınlarının çıkardığı: Resimli Edebiyat Takvimi :)

belki odasında dolaşamıyorum ama kafasının içinde dolaşmak için çabaladığım çok zaman var :)




68


Nurancımın yılbaşı hediyelerini ancak açabildim.. Nasıl bir yoğunlukta gidiyorsa hayat artık, paket paket armağanlarımı eve çıkardım, tadını çıkarabileceğim özel anları bekliyor hepsi açılmak üzere :)

Öncelikle paketten ilk tadını çıkaracağım şey kartpostalı ve yazdığı yazı idi Nuranın :) her yıl itinayla seçer yılbaşı kartını.. ve diyor ki bana bu yıl: "Hayallerimiz var hepimizin, ama kaçımız peşinden gidecek kadar cesur? Sen işte o cesurlar içindesin. Küçük dev kadınsın benim için. İyi ki tanıdım seni. 2015 rüyalarının ötesinde güzel bir yıl olsun." 


2015 Resimli Edebiyat Takvimi: Çocukluğumuzda sanırım hepimizin evlerinde olan maarif takvimlerini anımsatan ama içeriği ile tam da bize göre olan bir takvim çıkardı İletişim Yayınları bu yıl.. Çıkacağı haberini aldığımızdan beri gün saymıştık bizler de.. Ve Aralık ortası gibi tanıştık kendileri ile.. Ben tam cafeye de alayım diye düşündüğüm anlarda yetişti Nuran'ın armağan paketi :) 
50'den fazla yazarın ve 15 çizerin eşlik ettiği takvimde öyküler, bilgiler, karikatürler vs. var. Adı üstünde bu bir edebiyat takvimi.. Çok sevilecek belli.. Hemen 1 Ocak Perşembe'nin yaprağından bir alıntıyı not edeyim: "Küçük adamların belirmeye başlaması da yeni yılın ilk gününe denk geldi. Bulutlu bir perşembe sabahı... Doğa'yı birbirinden hayran bakışlarla süzen küçücük, son derece yakışıklı adamlar." Hakan Bıçakçı - Doğa Tarihi


Filmler ve Rüyalar: Nuranın "rüyalarımıza.." yazarak armağan ettiği bu kitabın kapağı bile benim gönlümü çelmeye yetti.. Çok sevdiğim ve hatta Film Analizi Atölyesinde işlediğim filmlerden biri olan Andrei Tarkovski'nin 1979 tarihli eseri Stalker filmindeki rüya mı gerçek mi olduğu konusunda hala tartıştığımız sahneden bir görsel.. Poster yapıp asasım var bu görüntüyü.. Bu kitabı da çok seveceğime eminim.. Ve hemen Thorsten Botz-Bornstein imzalı bu kitabın "Rüya Zamanı ve Film Sanatı" adlı Giriş Bölümünün ilk cümlesini de not edeyim: "Rudolf Arnheim'in 'Görsel Düşünme' adlı kitabında, film ve rüya arasındaki temel bir bağlantıyla temsil edilen ve Freud'un rüya-çalışması kapsamında düşünüldüğünde hemen anlamlı hale gelen bir meseleye dikkat çeker: .. Freud, akıl yürütmenin önemli mantıksal bağlantılarının imajlarla nasıl temsil edilebildiği sorusunu ortaya atar. Benzer bir problemin görsel sanatlarda da mevcut olduğunu söyler. Rüya imajları ve sanatta yaratılan imajlarla düşünce aracı olarak hizmet eden zihinsel imajlar arasında gerçekten de paralellikler vardır; ama benzerliğe dikkat ederek, farklılıkların da ayrımına varırız ve bu farklılıklar, düşünce imajlarını daha keskin biçimde nitelemeye yardım eder."


Metis Defterleri 5: Her sayfasının altında bir kitaptan alıntı cümle bulunan minik harika bir defter! Defter okunur mu?! Okunur :) Metisin defterleri de ajandaları da okunur.. Bu defter de bir yandan üstüne notlar alırken bir yandan da alttaki alıntıyı okumak keyif verici.. Ve hemen ilk sayfadaki alıntıyı da not edeyim: "Her okur, okuma esnasında kendi benliğini okur." - Rita Feslki - Edebiyat Ne İşe Yarar?


Minik kedili kitap ayracı da ayrıca hoş :) Çok teşekkürler dostum Nuranım :)