836

YALAN LABİRENTİ / LABYRINTH OF LIES - Giulio Ricciarelli (2014)

Orjinal Adı: Im Labyrinth des Schweigens
Türkçe Adı: Yalan Labirenti
Yönetmen: 
Giulio Ricciarelli
Senaryo:
 Elisabeth Bartel, Giulio Ricciarelli
Oyuncular: Alexander Fehling, André Szymanski
Yapım Yılı: 2014
Ülke: Almanya
Süre: 124 dk.

Konu: Yabancı Dilde En İyi Film dalında Almanya’nın Oscar adayı seçilen film, Hitler sonrası döneme ışık tutuyor. II. Dünya Savaşı’nın ardından dünyanın Auschwitz’teki soykırıma ve ne tür bir vahşet yaşandığına dair en ufak bir fikri yoktur. Toplama kamplarıyla ilgili binlerce gizli belge mevcut olsa da, Nazi otoriteleri ve kamptan kaçmayı başaran esirler sessiz kalmış veya buna zorlanmıştır. Yıllar sonra genç savcı Johann, tesadüf eseri bazı kanıtlara ulaşır ve kamptan kurtulan esirlerle kampta görev almış Nazi subaylarını tek tek sorgulamaya başlar. İdealist savcı, hem ülkesinin hem de insanlığın yüzleşmesi için bu korkunç olayları gün yüzüne çıkarmaya, sorumluları adalete teslim etmeye kararlıdır. Sorgular sırasında derinlere indikçe Auschwitz’te yaşananlara dair akıl almaz deliller elde edecek ve bu deliller, dünya tarihini sonsuza dek değiştirecektir.

Fragman:



834

7 Nisan'da başlayacak 35. İstanbul Film Festivali'nden sıkı sinema meraklıları için hazine değerinde dev hizmet... Festivalin yeni bölümü 'Gömülü Hazineler'de varlığı az bilinen, yasaklanmış, kaybolmuş, yıllar boyu izleyici karşısına çıkmamış, literatürde adından hak ettiği kadar bahsedilmemiş ama 'akıllara durgunluk veren filmler' izleyiciyle buluşacak.

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (IKSV) tarafından Akbank’ın desteğiyle gerçekleştirilecek 35. İstanbul Film Festivali heyecanı yaklaşıyor. 7 Nisan’da başlayacak festival 35. yılında en yenilerden, gizli hazinelere, keşiflere ve iz bırakan filmlere seyircilerle buluşmaya hazırlanıyor. Festivalin bu yıl çok ses getirecek yeni bölümlerinden biri ‘Gömülü Hazineler’ başlığını taşıyor. Alkan Avcıoğlu’nun küratörlüğünü üstlendiği bölüm, sinema tarihinin varlığı az bilinen, yasaklanmış, kaybolmuş, yıllar boyu izleyici karşısına çıkmamış veya literatürde adından hak ettiği kadar bahsedilmemiş filmleri gömülü olduğu yerden gün ışığına çıkartacak. Geç keşfedilen veya restore edilen kopyasıyla izleyici karşısına yeni çıkmaya başlayan bu filmleri festival kapsamında beyazperdede izlemek kuşkusuz unutulmayacak bir deneyim olacak.


AKILLARA DURGUNLUK VEREN BİR ÇALIŞMA: THE HOURGLASS SANATORIUM


Hayranları arasında David Lynch, Francis Ford Coppola ve Quay kardeşler gibi isimler bulunan Polonyalı yönetmen Wojciech Has hâlâ şiddetle keşfedilmeyi bekleyen usta bir yönetmen. Yönetmenin 1973 yapımı fantastik ve gerçeküstü sinemanın nadide örneklerinden biri sayılan filmi 'S’anatorium pod klepsydra / The Hourglass Sanatorium’ bölüm kapsamında izleyiciyle buluşacak yapıtlardan. Zamanında Polonya’dan yurtdışına çıkarılması yasaklanan The Hourglass Sanatorium, gizlice gönderilen kopyasıyla 1973’te Cannes’da gösterildi ve Jüri Özel Ödülü kazandı. 2000’lerde kopyası Martin Scorsese sayesinde restore edilen filmle ilgili olarak Variety’nin efsane eleştirmeni Derek Elley, “Akıllara durgunluk veren bir çalışma, Mahler’in bütün senfonilerinin bir araya toplanmasının sinematografik muadili” diyor. Film, babasını ziyaret etmek üzere sanatoryuma giden bir adamın oda oda gezerken karşılaştığı tuhaf karakterleri, gerçeklikle hayal dünyasını birleştiren anıları, hezeyanları, Polonya’nın geçmişinden imgeler ve sıra dışı müzik bandıyla benzersiz bir sinemasal deneyim sunuyor.


PSİKEDELİK ANİMASYON BAŞYAPITI: BELLADONNA OF SADNESS


Eiichi Yamamoto’nun, sinema tarihinin en sıra dışı, cüretkar ve psikedelik animasyonlarından biri sayılan 1973 yapımı 'Kanashimi no Beradona / Belladonna of Sadness', bölüm kapsamında festival izleyicisiyle buluşacak. Fransız tarihçi Jules Michelet’in La Sorcière adlı kitabından uyarlanan bu tabuyıkıcı animasyon, köyün baronu tarafından tecavüze uğradıktan sonra şeytanla anlaşma yapan Jeanne’ın hikâyesini anlatıyor. Son yılların en önemli keşiflerinden biri olarak gösterilen Belladonna of Sadness, ilk çıktığı yıllardan bu yana uzun süre ulaşılamayan bir filmdi. 2015’te restore edilen bu sert film, nihayet yıllar sonra dünyanın pek çok ülkesinde ilk kez gösterilmeye başladı. Geçtiğimiz yıl Amerika’daki ilk gösterimini gerçekleştirdiği, en önemli fantastik film festivallerinden kabul edilen Austin’daki Fantastic Fest’de büyük ses getirdi. Japon animasyon sanatının en büyük kayıp başyapıtlarından olan bu benzersiz yapım, Japon anime-manga dünyasının “büyükbabası” Osamu Tezuka’nın yapımcılığını üstlendiği yetişkinlere yönelik Animerama” üçlemesinin Eiichi Yamamoto tarafından çekilen son filmi. Hikayesini görselleştirmekteki yaratıcılığı ile dikkat çeken filmin benzersiz imgelem dünyası Ortaçağ tarot kartlarından Gustav Klimt’e uzanan geniş bir ilham yelpazesine sahip.


'100 TEMEL FİLM'DEN BİRİ, YILLAR SONRA İLK KEZ BEYAZPERDEDE: KILLER OF SHEEP


Amerikalı dâhi sinemacı Charles Burnett’ın hem ilk filmi hem ilk başyapıtı 1978 yapımı Killer of Sheep, Los Angeles’ta, Afrika kökenli Amerikalıların yaşadığı bir mahalledeki gündelik hayatı, İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin izinden giden bir anlatımla gösteriyor. Düşük bütçeli ve amatör oyuncuların rol aldığı film, 1981’de Berlin Film Festivali’nde yarıştı ve FIPRESCI ödülü kazandı. Ancak müzik parçalarının telif sorunu nedeniyle hiç gösterime giremedi. Yıllar içerisinde kulaktan kulağa yayılarak Amerikan Bağımsız Sineması’nın kayıp efsanelerinden birine dönüşen film, 2007’de Steven Soderbergh’in filmin müziklerinin telif hakkını satın alması sonrası, çekiminin 30 yıl ardından nihayet ilk kez gösterime girebildi. Düz anlatıdan çok uzak, birbirine gevşekçe bağlanan vinyetlerin art arda aktığı film, yönetmen Burnett’in UCLA Sinema Bölümü’ndeki yüksek lisans bitirme tezi olarak çekildi, Filmi hem yazan hem yöneten Burnett aynı zamanda filmin yapımcısı, kurgucusu ve görüntü yönetmeniydi. Burnett’in filmi gösterilmeye başladıktan sonra Amerikan sinemasının kilometre taşlarından biri olarak kabul görmeye başladı. Amerikan Ulusal Eleştirmenler Birliği’nin '100 Temel Film' arasına seçtiği filmi, BBC ise 2015 yılında yayınladığı 'En İyi 100 Amerikan Filmi' listesinde 26. sıraya yerleştirdi. Killer of Sheep, sinemasal değerinin yanı sıra kenar mahallelerdeki gündelik hayata dair sunduğu benzersiz gözlemlerle belgesel bir anıt da sayılıyor. Burnett, bu filmdeki sinemasal yaklaşımıyla farklı yönlerden Cassavetes, Ozu, Altman gibi deha yönetmenlerle karşılaştırılıyor.

819


Dünya sinemasının usta isimlerinden İtalyan yönetmen ve senarist Ettore Scola, 84 yaşında hayatını kaybetti.

10 Mayıs 1931’de Trevico’da dünyaya gelen Scola, sinemaya ilgisi hukuk okumak için gittiği Roma’da başladı. Hukuk öğrenimini tamamladıktan sonra Scola, 1953 yılında Sergio Grieco’nun yönettiği “Fermi Tutti Arrivo io” adlı filmin senaryosuyla giriş yaptı. Ruggero Maccari ile birlikte birçok senaryoya imza attı.

İlk filmi “Se permette parliamo di donne / Let’s Talk About Women / Kadınlar Hakkında Konuşalım'ı 1964’te çekti.

İkinci Dünya Savaşı sonrası İtalyan toplumunun resmini çizdiği, 1974 yapımı ‘Nous nous sommes tant aimés /
We All Loved Each Other So Much / Birbirimizi Öyle Çok Sevmiştik ki' filmiyle uluslararası alanda büyük bir başarı kazandı.

Scola, 1977’de Sophia Loren ve Marcello Mastroianni’nin rol aldığı ‘Une Journée Particuliére / A Special Day / Özel Bir Gün' filmini yönetti, film, En İyi Yabancı Film Dalında Oscar’a aday gösterildi. Film İkinci Dünya Savaşı sırasında faşist İtalya’da geçen bir radyo programcısının hikâyesini anlatır. Birçok ailenin bir arada yaşadığı bir sitede geçen film, herkesin bir resmi törene katıldığı ve kimselerin ortada görünmediği bir günü anlatır. Bir baskı rejimini anlatmasına rağmen hiçbir savaş aygıtının gösterilmemesi ve aralarında cinsel bir ilgi olmamasına rağmen iki kişinin birbirine ne kadar yakınlaşabileceğinin anlatılması filmin dikkat çeken özelliklerindendir.

​Kariyeri boyunca 40’a yakın film çeken Scola, yapıtlarında genellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemdeki İtalya’nın siyasi ve sosyal yaşamını konu edindi.


Ödülleri:
1976 : Ugly, Dirty and Bad : Cannes Film Festivali En İyi Yönetmen ödülü.
1978 : A Special Day : Golden Globe En İyi Yabancı Film ödülü.
1980 : The Terrace : Cannes Film Festivali En İyi Senaryo ödülü.
1984 : Le Bal : Berlin Film Festivali Gümüş Ayı En İyi Yönetmen
1995 : Le Roman d’un Jeune Homme Pauvre : Venedik Altın Aslan ödülü.
Tüm Ödülleri: IMDB

Kimi sinema eleştirmenlerine göre ‘Le Bal’ filmi Scola’nın kariyerindeki zirve noktasıdır.

Scola, 2011 yılında yaptığı bir açıklamada, ”Kendimi yavaş yavaş piyasanın kurallarına uymak zorunda hissettim ve özgürlüğümü kaybetmeye başladım” diyerek sinemayı bırakmıştır.

817


Şili’nin en önemli yönetmenlerinden Pablo Larrain, 15 Ocak’ta Türkiye’de gösterime giren filmi ‘The Club’da izleyiciyi kilisedeki görevlerinden uzaklaştırılmış dört rahibin yaşadığı eve konuk ediyor. Kiliseye yönelik eleştirileriyle dikkat çeken bu karanlık film, geçen yıl Berlin Film Festivali’nden Jüri Büyük Ödülü kazandı.

Larrain’in Pinochet dönemini konu alan üçlemesinin son filmi ‘No’, Akademi Ödülleri’ne aday olmuştu. Şu anda Natalie Portman’ın Jacqueline Kennedy’i canlandırdığı ‘Jackie’ üzerinde çalışan Larrain’le yeni filmi ‘The Club’ı konuştuk.

-Katolik okulundaki deneyimleriniz ‘The Club’ı ne kadar etkiledi?

Güney Amerika’nın tarihiyle kilisenin tarihini birbirinden ayıramazsınız. Güney Amerika, kilisenin bakışı ve yapısıyla inşa edildi. Etrafımızdakiler bu malzemeden ayrılamaz. Evet, ben de Katolik okuluna gittim. Katolik yetiştim ve çok iyi bir rahiple tanıştım, sistem içinde insanlara yardımcı olmak isteyen iyi insanlar da var. Diğer yandan da bir rahip vardı, bir suçlamayla karşılaştı ve yargılanabileceğini görünce ülkeden ayrıldı. İsviçre'de yaşamaya başladı. Güzel bir evde, etrafta inekler, doğanın içinde yaşadığını öğrendik. Dedim ki, ne ala hayat! Uzaklaştırılan rahiplere ne oluyor sorusu aklıma geldi. Araştırdık ve gördük ki dünyanın dört bir yanında böyle evler var.


-Bunu neye bağlıyorsunuz?

Kilisenin adalete inanmamasına. Suçlanan rahipleri alıp bu evlere yerleştiriyorlar ve onlar da ölene kadar da orada yaşıyorlar. 1954’te bu işi yapmaya başlayan bir organizasyon kuruluyor. Kendime dedim ki, kilise yüzyıllardır var, neden 1954? Çünkü 1954’te basın güçlendi ve insanlar haberleşmeye başlamıştı. Kontrol etmek için bir yapı kurmaya karar verdiler. Şu anda Vatikan'ın en büyük korkusu basın. Sizler tehditsiniz. Vatikan’ın basınla ilişkilerden sorumlu yetkilisi Papa kadar önemli.


-Son dönemde Katolik rahiplerin çocuk istismarıyla ilgili suçları gündeme geliyor. Sizce bir dönüm noktası olacak mı?

Rahiplerin bu evlere transfer olmasının tek nedeni çocuk istismarı değil. Papa Francesco’nun bir kırılma noktası yaşanması için bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Yaptıklarını olumlu buluyorum. Ama değişim için yumuşak kalıyor. Keşke sonuna kadar gidebilse. Eğer gidemezse her şey eskiye döner. Kilise, sırlar saklayan bir şirket.
‘Anlatmak için sevmem gerekli’


-Sizce ‘The Club’a kiliseden bir tepki gelecek mi?

Bence hiçbir yorumda bulunmayacaklar, hep böyle yaparlar.

-Filmlerinizdeki insanlar canavar değil. Hümanist yaklaşıyorsunuz...

Çünkü onları anlatmak için onları sevmem gerekiyor. Korkunç şeyler yapmış olsalar da onlara sahip çıkmaya çalışmam gerekiyor. Herkesin içinde iyilik vardır, John Lennon’ı vuran adam hariç.

-Pinochet diktatörlüğünü konu alan üçlemeniz ve ‘The Club’ arasında bağ var mı?

Bunları düşünmüyorum. Zaten ‘The Club’da her şey çok hızlı gelişti. Çekeceğim başka büyük bir filmle ilgili haber bekliyordum. Sonra aklıma bu fikir geldi, araştırma yaptım. Senaryo yazıldı ve 2.5 hafta gibi kısa bir sürede çektik. Oyunculara senaryoyu vermedik.

-Filmin grenli karanlık bir görüntü seçimi var. Nedeni nedir acaba?

Yüksek çözünürlüklü görüntüden ölümüne nefret ediyorum. Eskiden negatifleri yıkamak için suya ihtiyaç vardı. Bununla filmin görüntüsünün kimyası değişirdi, su farklı olduğu için her ülkenin sinemasının görüntüleri farklı olurdu. Görüntülerin kimlikleri vardı. Bu yüzden ‘The Club’da eski Rus mercekleri kullandım. Filtreler kullandım.

Röportaj: Nil Kural

810

(Alkan Avcıoğlu - 15 Ocak 2016 / BirGün)



Efsanevi İngiliz müzisyen David Bowie, 69 yaşında hayata veda etti. 20. yüzyılın en ilham verici kültür ikonlarından biri olan David Bowie sadece müzikleriyle hatırlanmayacak. Beyazperdede hafızalara kazınan rollerini bir hatırlayalım istedik.



Dünyaya Düşen Adam / The Man Who Fell to Earth (1976)
Yönetmen: Nico­las Roeg

David Bowie'nin kam­era karşısına kur­maca bir film için ilk kez geçtiği, Nico­las Roeg'in kült klasiği ‘Dünyaya Düşen Adam’, Bowie'nin fil­mo­grafisinin hala en un­utul­ma­zlarından biri. İnsan görünümlü bir uzaylı Thomas Jerome New­ton rolü için David Bowie'nin düşünülmesi, sinema tar­i­hinin en is­a­betli oyuncu ter­cih­lerinden biri diye­bil­i­riz. David Bowie'nin dünya dışı sahne per­sona'sına da refer­anslarla izlenebilen film, Bowie'nin 'Labirent’ ile be­raber en fazla ikonikleşen rolüne sahip.






Mutlu Noeller Bay Lawrence / Merry Christ­mas Mr. Lawrence (1983)
Yönetmen: Nag­isa Ôshima

Usta yönet­men Nag­isa Ôshima'nın 1983 tar­ihli savaş dramını David Bowie'siz hayal etmek imkansız. Bowie'nin 2. Dünya Savaşı sırasında bir Japon kampında savaş esiri olan Jack Cel­liers'ı can­landırdığı filmde kamp ko­mu­tanını ise Ryuichi Sakamoto can­landırıyordu. David Bowie'nin en “dünyalı” rolü sayıla­bile­cek Jack Cel­liers karak­ter­ine ge­tirdiği yorum gerçekten un­utul­maz.




Yönetmen: Tony Scott

Tony Scott'ın bu ilk filmi, akıllar­dan çıkmayan at­mos­feriyle tuhaf ve ben­z­er­siz bir film. Müthiş mizansen­leri ve par­mak ısırtan görsel kom­pozisy­on­ları kadar oyun­cu­ların per­for­mansı da 'Açlık'ı klasik mer­tebe­sine ulaştıran un­surlar­dandı. David Bowie ise oyuncu kadro­su­nun en aykırı ve en akılda kalıcı is­miydi. An­dro­jen vam­pir John Blay­lock rolünde tüyler ürper­tici dere­cede doğal bir per­for­mans sergiliyordu.



Yönetmen: Jim Hen­son

David Bowie'nin beyazperde mac­erasının en popüler du­rak­larından biri. Görselliğiyle hafızalara kazanan bu fan­tastik mac­era fil­minde David Bowie de görünümüyle hafızalara kazınıyordu. Günümüzde artık David Bowie ve sinema dey­ince, Gob­lin Kralı Jareth rolü akla ilk gelen görüntüler­den biri. Filmin müzik­lerinde de David Bowie imzası olduğunu not düşelim.




Yön: Christo­pher Nolan

Nikola Tesla rolü için David Bowie'den daha iyi bir seçim aklınıza geliyor mu? Christo­pher Nolan'ın her iz­leyişte kıymeti daha da artan filmi 'Prestij'in en kilit karak­ter­lerinden biriydi Nikola Tesla. David Bowie'nin her sahnede ra­hatlıkla rol çalan ve eleştir­men­lerin de övgüsünü kazanan per­for­mansıyla Tesla, gerçek sihri iz­leyi­ciye gösteriy­ordu. Bowie'nin bu rolü en başta red­dettiğini ve Nolan'ın bit­meyen ısrar­ları sonucu kabul et­m­eye ikna olduğunu da not düşelim.



DAVID BOWIE MÜZİK­LERIYLE GÜCÜNE GÜÇ KATAN 10 FİLM

1. Kötü Kan / Mau­vais Sang & Frances Ha
2. Suda Yaşam / Life Aquatic with Steve Zis­sou
3. Radio On
4. Labirent / Labyrinth
5. Kayıp Oto­ban / Lost High­way
6. Chris­tiane F.
7. Kırmızı Değirmen / Moulin Rouge
8. Saksı Olmanın Fay­daları / The Perks of Being a Wall­flower
9. Soy­su­zlar Çetesi / In­glo­ri­ous Bas­terds
10. Marslı / The Mar­t­ian

787


Kendine odaklandıkça artar yalnızlığın..
Başkalarına odaklandıkça da kendine yabancılığın..
Bu ikilemde tükenir gider hayatın..


Fotoğraf: Fatoş Avcıoğlu

786


Bu yıl izlediğimiz 2.film oldu İtalyan yönetmen Saverio Costanzo‬'nun son filmi ‪‎Hungry Hearts
Sarsıcıydı.. 
Üzerine tartışacak çok fazla konu da bırakıyordu..
Aslında herkes kendince en doğruyu yapıyordu..
Peki ya senin doğrun bir başkasına göre kesinlikle yanlışsa??
Aç Kalpler kesinlikle izlenmeli..


785

7 SANAT DALI

1.sanat: Resim ve Heykel
2.sanat: Müzik
3.sanat: Tiyatro
4.sanat: Dans
5.sanat: Edebiyat
6.sanat: Mimari / Yapı
7.sanat: Sinema



(Yedinci Sanat olan Sinema, diğer 6 sanat dalını içinde barındırır)


784

AÇ KALPLER / HUNGRY HEARTS - Saverio Costanzo (2014)

Ödüller: Venedik Film Fesitvali En İyi Erkek Oyuncu Ödülü, Venedik Film Festivali En İyi Kadın Oyuncu Ödülü

Orjinal Adı: Hungry Hearts
Türkçe Adı: Aç Kalpler
Yönetmen: Saverio Costanzo
Senaryo:
Marco Franzoso, Saverio Costanzo
Oyuncular: Adam Driver, Alba Rohrwacher
Yapım Yılı: 2014
Ülke: İtalya
Süre: 109 dk.

Konu: Venedik Film Festivali’nde hem En İyi Erkek Oyuncu hem de En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kazanan yapım, birbirlerine ilk görüşte aşık olan bir çiftin sıra dışı hikayesini anlatıyor. Jude ve Mina, New York’ta tesadüf eseri tanışıp beraber olmaya başlarlar. Jude’un hareketli kişiliğini Mina sakinliğiyle tamamlayınca, kusursuz ilişkileri evliliğe kadar gider. Ancak bu kusursuz denge, bebeklerinin dünyaya gelmesinin ardından bozulur ve çiftin aslında ebeveynlik konusunda birbirlerinden çok farklı düşündükleri ortaya çıkar. Mina vegan beslenme ve arınmayı bir saplantı haline getirmiştir ve ağır bir diyet yapmaktadır. Üstelik bu diyeti bebeğine de uygulamaya çalışmaktadır. Bebeğin büyüme sorunlarıyla karşı karşıya kaldığını gören Jude, duruma müdahale etmeye çalışır ancak bu bir ölüm kalım savaşına dönüşecektir. Filmin başrollerinde yeni Star Wars serisinde de rol alacak olan, Inside Llewyn Davis, Frances Ha ve Girls dizisinden tanıdığımız yükselen yıldız Adam Driver ve performansıyla bol övgü toplayan Alba Rohrwacher bulunuyor.

Fragman:



783


Kızımla 2016'yı daha çok filmli bir yıl yapmaya karar verdik ve ilk filmimiz de bir sinema şaheseri olan Coen Kardeşler imzalı ‪‎Inside Llewyn Davis‬ oldu.. :)

Kış
geldiğinde aklıma gelir hep Sen Şarkılarını Söyle.. Soğukta, karlı yollarda, paltosu olmayan, aykkabıları su çeken, evsiz, folk şarkıcısı Llewyn Davis.. Ona acımak yerine sinir oluruz ya da en iyi ihtimalle gülümseriz.. Coen Kardeşlerin kendine has üsluplarıyla anlattıkları karakterlerden yalnızca biri.. Bir kış gecesi, filmdeki şarkılara kendini bırakıp, sıcak bir kahve eşliğinde izlenesi film.. 

781

CAFE 7.ODA ETKİNLİK PROGRAMI: OCAK 2016

Yeni yılda yeni atölyelerle çoğalarak büyüyoruz.
Devam etmekte olan Film Analizi ve Yaratıcı Yazarlık Atölyelerimize bu ay 3 Atölye daha ekleniyor.
Mayıs ayında bitmiş olan Fotoğraf Atölyemizi yepyeni bir konseptle yeniden açıyoruz. Güzel sürprizlerimiz ve pek çok projelerle canlanarak üstelik..
Hakan Akdoğan ile Cumartesi Söyleşilerini başlatıyoruz. Ve Ocak ayı konumuz: Kaygıların Efendisi KAFKA
Haftayı rahatlamış olarak bitirmek için pazar akşamları Psikoterapi Atölyemizi başlatıyoruz.

Detaylı bilgi ve kayıt için: 0537 3545497