834

7 Nisan'da başlayacak 35. İstanbul Film Festivali'nden sıkı sinema meraklıları için hazine değerinde dev hizmet... Festivalin yeni bölümü 'Gömülü Hazineler'de varlığı az bilinen, yasaklanmış, kaybolmuş, yıllar boyu izleyici karşısına çıkmamış, literatürde adından hak ettiği kadar bahsedilmemiş ama 'akıllara durgunluk veren filmler' izleyiciyle buluşacak.

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (IKSV) tarafından Akbank’ın desteğiyle gerçekleştirilecek 35. İstanbul Film Festivali heyecanı yaklaşıyor. 7 Nisan’da başlayacak festival 35. yılında en yenilerden, gizli hazinelere, keşiflere ve iz bırakan filmlere seyircilerle buluşmaya hazırlanıyor. Festivalin bu yıl çok ses getirecek yeni bölümlerinden biri ‘Gömülü Hazineler’ başlığını taşıyor. Alkan Avcıoğlu’nun küratörlüğünü üstlendiği bölüm, sinema tarihinin varlığı az bilinen, yasaklanmış, kaybolmuş, yıllar boyu izleyici karşısına çıkmamış veya literatürde adından hak ettiği kadar bahsedilmemiş filmleri gömülü olduğu yerden gün ışığına çıkartacak. Geç keşfedilen veya restore edilen kopyasıyla izleyici karşısına yeni çıkmaya başlayan bu filmleri festival kapsamında beyazperdede izlemek kuşkusuz unutulmayacak bir deneyim olacak.


AKILLARA DURGUNLUK VEREN BİR ÇALIŞMA: THE HOURGLASS SANATORIUM


Hayranları arasında David Lynch, Francis Ford Coppola ve Quay kardeşler gibi isimler bulunan Polonyalı yönetmen Wojciech Has hâlâ şiddetle keşfedilmeyi bekleyen usta bir yönetmen. Yönetmenin 1973 yapımı fantastik ve gerçeküstü sinemanın nadide örneklerinden biri sayılan filmi 'S’anatorium pod klepsydra / The Hourglass Sanatorium’ bölüm kapsamında izleyiciyle buluşacak yapıtlardan. Zamanında Polonya’dan yurtdışına çıkarılması yasaklanan The Hourglass Sanatorium, gizlice gönderilen kopyasıyla 1973’te Cannes’da gösterildi ve Jüri Özel Ödülü kazandı. 2000’lerde kopyası Martin Scorsese sayesinde restore edilen filmle ilgili olarak Variety’nin efsane eleştirmeni Derek Elley, “Akıllara durgunluk veren bir çalışma, Mahler’in bütün senfonilerinin bir araya toplanmasının sinematografik muadili” diyor. Film, babasını ziyaret etmek üzere sanatoryuma giden bir adamın oda oda gezerken karşılaştığı tuhaf karakterleri, gerçeklikle hayal dünyasını birleştiren anıları, hezeyanları, Polonya’nın geçmişinden imgeler ve sıra dışı müzik bandıyla benzersiz bir sinemasal deneyim sunuyor.


PSİKEDELİK ANİMASYON BAŞYAPITI: BELLADONNA OF SADNESS


Eiichi Yamamoto’nun, sinema tarihinin en sıra dışı, cüretkar ve psikedelik animasyonlarından biri sayılan 1973 yapımı 'Kanashimi no Beradona / Belladonna of Sadness', bölüm kapsamında festival izleyicisiyle buluşacak. Fransız tarihçi Jules Michelet’in La Sorcière adlı kitabından uyarlanan bu tabuyıkıcı animasyon, köyün baronu tarafından tecavüze uğradıktan sonra şeytanla anlaşma yapan Jeanne’ın hikâyesini anlatıyor. Son yılların en önemli keşiflerinden biri olarak gösterilen Belladonna of Sadness, ilk çıktığı yıllardan bu yana uzun süre ulaşılamayan bir filmdi. 2015’te restore edilen bu sert film, nihayet yıllar sonra dünyanın pek çok ülkesinde ilk kez gösterilmeye başladı. Geçtiğimiz yıl Amerika’daki ilk gösterimini gerçekleştirdiği, en önemli fantastik film festivallerinden kabul edilen Austin’daki Fantastic Fest’de büyük ses getirdi. Japon animasyon sanatının en büyük kayıp başyapıtlarından olan bu benzersiz yapım, Japon anime-manga dünyasının “büyükbabası” Osamu Tezuka’nın yapımcılığını üstlendiği yetişkinlere yönelik Animerama” üçlemesinin Eiichi Yamamoto tarafından çekilen son filmi. Hikayesini görselleştirmekteki yaratıcılığı ile dikkat çeken filmin benzersiz imgelem dünyası Ortaçağ tarot kartlarından Gustav Klimt’e uzanan geniş bir ilham yelpazesine sahip.


'100 TEMEL FİLM'DEN BİRİ, YILLAR SONRA İLK KEZ BEYAZPERDEDE: KILLER OF SHEEP


Amerikalı dâhi sinemacı Charles Burnett’ın hem ilk filmi hem ilk başyapıtı 1978 yapımı Killer of Sheep, Los Angeles’ta, Afrika kökenli Amerikalıların yaşadığı bir mahalledeki gündelik hayatı, İtalyan Yeni Gerçekçiliği’nin izinden giden bir anlatımla gösteriyor. Düşük bütçeli ve amatör oyuncuların rol aldığı film, 1981’de Berlin Film Festivali’nde yarıştı ve FIPRESCI ödülü kazandı. Ancak müzik parçalarının telif sorunu nedeniyle hiç gösterime giremedi. Yıllar içerisinde kulaktan kulağa yayılarak Amerikan Bağımsız Sineması’nın kayıp efsanelerinden birine dönüşen film, 2007’de Steven Soderbergh’in filmin müziklerinin telif hakkını satın alması sonrası, çekiminin 30 yıl ardından nihayet ilk kez gösterime girebildi. Düz anlatıdan çok uzak, birbirine gevşekçe bağlanan vinyetlerin art arda aktığı film, yönetmen Burnett’in UCLA Sinema Bölümü’ndeki yüksek lisans bitirme tezi olarak çekildi, Filmi hem yazan hem yöneten Burnett aynı zamanda filmin yapımcısı, kurgucusu ve görüntü yönetmeniydi. Burnett’in filmi gösterilmeye başladıktan sonra Amerikan sinemasının kilometre taşlarından biri olarak kabul görmeye başladı. Amerikan Ulusal Eleştirmenler Birliği’nin '100 Temel Film' arasına seçtiği filmi, BBC ise 2015 yılında yayınladığı 'En İyi 100 Amerikan Filmi' listesinde 26. sıraya yerleştirdi. Killer of Sheep, sinemasal değerinin yanı sıra kenar mahallelerdeki gündelik hayata dair sunduğu benzersiz gözlemlerle belgesel bir anıt da sayılıyor. Burnett, bu filmdeki sinemasal yaklaşımıyla farklı yönlerden Cassavetes, Ozu, Altman gibi deha yönetmenlerle karşılaştırılıyor.

1 yorum:

Bahar Angiç dedi ki...

Fatoşcum, hepsini uzun uzun okudum. Umarım Nisan'da bir bir fırsatını yakalar ve gidebilirim. Şimdiden heyecanlandım :)

Yorum Gönder