360


(Alkan Avcıoğlu - 22 Mayıs 2015 BirGün)




Sinema dünyasının kalbi Cannes’da atıyor. 68. Cannes Film Festivali’nde ödüller Pazar günü sahiplerini bulacak. Yarışma filmlerinin Cannes’da eleştirmenler tarafından nasıl karşılandığına kısaca bir göz atalım.





Cannes Film Fes­ti­vali son yılların en heye­can verici yarışmalarından birine sahne oluyor. Film­lerin yarısından fa­zlası göster­ildi. Fes­ti­valin son­larına doğru gelinirken Altın Palmiye ödülünü hangi filmin al­a­bileceğine dair bek­len­tiler de yavaştan şekil­len­m­eye başladı. Todd Haynes’in son filmi ‘Carol’ eleştir­men­lerin gönlünde taht ku­rarken, Macar yönet­men László Nemes’in filmi ‘Son of Saul’ en fazla ses ge­tiren film­ler­den biriydi. Ancak bu yazının yazıldığı tar­i­hte göster­imi henüz gerçekleşmeyen Hou Hsiao-hsien’in filmi ‘The As­sas­sin’ ise Altın Palmiye için en güçlü aday­ların başını çekiyor.


Fes­ti­val, hem iz­leyi­ci­leri hem eleştir­men­leri mem­nun eden ‘Mad Max: Fury Road’ ile açıldı. Altın Palmiye için yarışan film­ler ise geçtiğimiz senelere göre oldukça tat­min edici bir düzeydeydi. Japon yönet­men Hi­rokazu Ko­reeda’nın ‘Our Lit­tle Sis­ter’ı beğenilen film­ler arasındaydı. Bu filmi sen­eye Ya­bancı Dilde En İyi Film dalında Oscar aday­ları arasında görmemiz muhtemel. Mat­teo Gar­rone’nin filmi ‘Tale of Tales’ ise görsel an­lamda dikkat çekse de eleştir­men­leri tam anlamıyla tat­min etmedi. ‘Dog­tooth’, ‘Alps’ gibi film­leriyle sine­ma­sev­er­lerin gönlünde taht kuran Yunan yönet­men Yor­gos Lan­thi­mos’un İngilizce filmi ‘The Lob­ster’ fes­ti­valin ilk dikkat çeken film­lerinden biriydi. Önceki film­leri kadar güçlü bu­lun­masa da ‘The Lob­ster’ özel­likle Cannes Film Fes­ti­vali’nin jürisi göz önüne alındığında, ödül şansı ola­bile­cek film­ler­den. 
Yarışmanın ciddi an­lamda ilk ses ge­tiren filmi ise ‘Son of Saul’ oldu. Cannes’da ana yarışmaya bir ilk filmin seçilmesi çok nadir bir olaydır; usta yönet­men Bela Tarr’ın asis­tanlığını yapmış olan Las­zlo Nemes’in ilk filmi yarışmaya seçildiğinde hemen hemen herkesin bek­len­tisi iyi bir film olacağı yönündeydi. Ancak sanırım hiç kimse bu kadarına hazırlıklı değildi: Film göster­ildik­ten kısa bir süre sonra eleştir­men­ler tarafından sinema tar­i­hinde soykırım üzer­ine çek­ilmiş en önemli film­ler­den biri olarak nite­len­m­eye başlandı. Nemes’in son derece etk­i­leyici filmi iz­leyi­ci­sine ce­hen­nemi adeta yaşatan türden bir deneyim olarak değer­lendirildi ve ku­lak­tan kulağa yayılmaya başladı. Daha önce Cannes’da jüri başkanlığı yapmış olan Nanni Mor­retti’nin filmi ‘Mia Madre’ de beğenilen film­ler arasındaydı. Ancak ‘Oğul Odası’ ile Altın Palmiye kazanmış yönet­menin filmi bazı eleştir­men­ler tarafından vasat bu­lundu ve filmin ödül şansı çok yüksek olarak değer­lendirilmedi.


Gus Van Sant’ın son filmi ‘The Sea of Trees’ ise şim­di­den yarışmanın en kötü filmi olarak nam saldı. Altın Palmiyeli yönet­menin yeni filmi, neredeyse haksız dere­cede ve gereğinden fazla acımasız eleştir­ilere maruz kaldı. Filmin üzer­ine yapışan “kötü film” damgası kolay kolay çıkmay­a­cak türden. Bu film­den sonra göster­ilen ve bir önceki filmiyle Cannes’dan Jüri Özel Ödülü ile dönen yükselişteki Fransız yönet­men Mai­wenn’in filmi ‘Mon Roi’ da eleştir­men­lerin gazabına uğradı. İzleyi­ci­lerin beğenisini kazan­makta zor­lan­masa da, eleştir­men­leri mem­nun ede­meyen filmin hala küçük dal­larda bir ödül şansı var olarak değer­lendiriliyor. 


Todd Haynes’in son filmi ‘Carol’ ise göster­ildik­ten sonra yarışmanın eleştirel an­lam­daki fa­vorisi ha­line geldi. Bu film göster­i­lene kadar The Lob­ster, Son of Saulüzerinden konuşulan yarışmada ‘Carol’ her kul­varda ön plana geçti. Neredeyse tüm eleştir­men­ler tarafından başyapıt olarak nite­le­nen ‘Carol’ Cate Blanchett ve Rooney Mara’nın oyun­cu­luk per­for­manslarıyla da çok konuşuluyor. Bir önceki filmiyle Oscar ödülü kazanan Paolo Sor­rentino’nun filmi ‘Youth’ ise zaman zaman mest etse de yönet­menin önceki film­leri kadar güçlü bu­lun­madı. Stéphane Brizé'nin ‘The Mea­sure of a Man’i beğenilen­ler arasındaydı ve başrolündeki Vin­cent Lon­don’a ödül kazandırması oldukça yüksek bir ih­ti­mal.


Son yıllarda yükselişte olan iki yönet­men Joachim Trier ve Den­nis Vil­leneuve’nin film­leri ‘Louder Than Bombs’ ve ‘Sicario’ ise eleştir­men­leri bölen film­ler­den oldu. Her iki yönet­menin de potan­siyel­lerini tam olarak kul­lana­madıkları aşikar. Bek­len­tiyi karşılaya­masalar da, her iki yönetmene de önümüzdeki yıllarda dikkat et­mekte fayda var. Bazı hayran­lar edinse de, Va­lerie Donzelli’nin filmi 'Marguerite & Julien' de eleştir­men­lerin gazabına uğrayan film­ler­den oldu ve yarışmanın en beğenilmeyen film­lerinden biri olarak ‘The Sea of Trees’in yanına yerleşti. Bu üç film ana yarışmaya seçilmişken, bir önceki filmiyle Altın Palmiye kazanan, günümüzün tartışmasız en önemli yönet­men­lerinden biri olan Apichat­pong Weerasethakul’un son filmi 'Cemetery of Splendor'un neden Be­lirli Bir Bakış bölümünde yer aldığını sorgu­la­ma­mak mümkün değil. Günümüzün yaşayan en iyi yönet­men­lerinden bir başkası olan Jia Zhangke’nin yarışmadaki filmi 'Mountains May Depart' ise eski başyapıtları se­viyesinde bu­lun­madı. Ancak Pazar günü bir ödül alması kuvve­tle muhtemel.


Yarışmanın son günler­ine doğru gir­erken göster­ile­cek film­ler arasında iki ağır top bu­lunduğunu be­lirt­mekte fayda var. Jacques Au­di­ard’ın filmi Dheep­an ve Hou Hsiao-hsien’in The As­sas­sini. Hou Hsiao-hsien’in ne kadar iyi bir yönet­men olduğu su götürmez bir gerçek. Dolayısıyla yarışmanın., eleştir­men­lerin tartışmasız fa­vorisi ‘Carol’ ve sinema tar­i­hinde özel bir yere sahip ola­cak ‘Son of Saul’ arasında geçeceğini söyleye­bil­i­riz. Ancak bu seneki jürinin oldukça sürpriz karar­lara imza atma potan­siyeli olduğunu be­lirt­mekte fayda var.

0 yorum:

Yorum Gönder